Kayıtlar

Aralık, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

NE YAPIYORUZ???

   İnsan bazen çaresiz kalır ve ne yapacağını kestiremez hayat karşısında, intihar etmeyi bile düşünür. Ama onun da çözüm olmadığını anlar zamanla, ama gerçek çözümün ne olduğunu da hayat boyunca arar bulabilir mi orasını da bilinmiyorum, ama insanlar hep bir arayış peşinde sanki ilerde bir şey varda ona ulaşmak gibi ama ben şimdiye kadar ulaşamadım. Ulaşan varsa bana ne olduğunu söylesin lütfen.    Bu ilerde gösterilen şeyin insanı kandırmaktan başka bir şey olmadığı gibi geliyor bana. İnsanı sadece bu zamanı geçirmesi için zaman kazandırıyor diyelim. Ama hep aynı döngü içinde dönüp dönüp duruyoruz.    İlkokula gitmeden önce tek sıkıntım karnımı doyurmak ve istediğim oyuncaklar ile oynamaktan başka bir şey değildi sadece bunları yaptığım zaman mutlu olacağımı düşünüyordum zamanla bir sürü oyuncağım oldu ve bunun mutluluk getirmediğini anladım. Sonra okula gitmeye başladım artık bu sefer yeni şeyler öğrendik ve herkes bunlardan bahsederdi. Tabi derslerden başarılı olmak ilk öncel

AŞKKK

Toplum, kültür ve yaşadığımız türlü türlü şeylerle birlikte farkında olmadan benliğimizde bir profil oluşur.   İlk gördüğünde içinde değişik duygular oluşmaya başlar. İçinden 'Hıı işte bu' dersin. Hayatın boyunca aradığın kişiyi bulmuşsun gibi gelir.    Görmek için her gün türlü türlü oyunlar çevirerek karşılaşmaya çalışırsın. İlk merhaba için; gece başını yastığa koyduğunda (çünkü gece yarıları insan kalabalıktan uzaklaşır ve kendini dinleme fırsatı bulur.) türlü türlü planlar kurar, lafa ilk nasıl başlayacağını yüz kere ya da bin kere kafanda kurup kurup değiştirirsin. Bunları düşünürken uyuyakalırsın. Sonraki gün, ilk karşılaştığın zaman ki hislerini tekrar hissetmeye başlarsın. Türlü türlü hayaller kurup onunla; hayat hakkında konuşmayı, el ele tutuşup gezmeyi, içki içmeyi, evlenmeyi, biraz daha ileri gidip sevişmeyi bile düşünürsün. Hatta çocuklarınızın nasıl olacağını bile düşünürsün ve yine uyuyakalırsın. Böyle böyle tam olarak aşık olursun. Sonunda yüreğinin his

OKULLARDA ÖĞRETİLENLER

   İlkokula başladığımda beni zorla okula götürürlerdi. Abim ya da ablam benimle sınıfta kalırdı. Sanki taaa o zaman beynimi yıkayacak bir kuruma geldiğimi anlar gibi her gün okula ağlayarak giderdim. Öyle öyle okul denen kuruma alıştırdılar beni…    İlk başlarda öğretmenler çok sıcak ve samimi davranıyorlardı bize, arkadaşlar arasında sadece arkadaşlık ve saf birbirini sevmekten başka bir şey yoktu. Zamanla yarışmalar yapıldı ve rekabet öğretildi bize bununla beraber nefretler başlamaya başladı. En büyük nefretleri de okuma yazma öğrenip sınıfın önünde kurdele takmak ile başladı. Çünkü kurdele takılan öğrenciye hoca övgüler yağdırıyordu, tabi almayan o küçük ve saf çocuklar ondan nefret etmeye başlıyordu. Şimdi hala devam ediyor mu bilmiyorum umarım devam edilmiyordur en azından şimdiki nesil temiz kalsın.     Bütün derslerde rekabet öğretiliyordu. Hiç sevgi ve saygı öğreten olmuyordu. Öğreten bile sadece ağızla söylüyordu. Çünkü kendisi de inanmıyordu. Hayat onu da kirletmişti

YAŞAMAK

Resim
  Yaşamak neydi; Karın tokluğu mu? Çalışmak ya da? Aşk mıydı? Acı çekmek? Mutlu olmak? Neslini sürdürmek?...   Karın tokluğu dersek yemek yemek için mi yaşıyorduk yoksa yaşamak için mi yemek yiyorduk? İlk atalarımız yaşamak için yiyorlardı. Sonra beyinleri gelişip yiyecekleri sakladılar. Yanındaki insanlar açlıktan ölürken o kendisi ve ailesi için diğer seneleri düşünmeye başladı. Bencillik bununla başlamış oldu böylece. Şimdi ise üst seviyelere çıkmaya başladı. Artık yaşamak için değil yemek için yaşamaya başladık.   Çalışmak için dersek yine kendini doyurmak ve neslini devam ettirmek için çalışıyordu. Sonra kapitalizmle birlikte en üst seviyeye çıkmaya başladı çalışmak. İnsanları ömür boyu çalıştırmak için türlü türlü oyunlar çevrildi. Artık insanoğlu niye çalıştığını bile unutmaya başladı.   Aşk yıllardan beri insanoğlunun elinde kalan ve son zamanlara kadar en az tahribata uğrayan şeydi. Ama artık modern toplumda aşk bile doğru dürüst yaşanmamaya başlandı. Her zamank

SİMÜLASYON

Resim
       Acaba hiç doğmuş olmasaydık dünyada, Türkiye’de, yaşadığımız ilde, ilçede, köyde en önemlisi de ailemizde ne eksik olurdu acaba…  Keşke doğmadan önce önümüze bir simülasyon koyulsa ve doğarsan insanlığa ya da dünyaya bu olacak denilse. O zaman kaç kişi doğmayı seçer acaba…???  Benim önüme konulan simülasyon da; Babam telefon saati ile irkilip küfür ederek uyanıp saate baktığında hızlıca kalkıp üstünü giyip kahvaltı yapmayı boşver bazen lavaboya gitme fırsatı bile olmuyordu. Köşede ki simitçiden bir simit alıp koşarak arabaya yetişmeye çalışıyor. Simitçi ise ailesinin bir ekmek parası kazanmak için 2 saat önce kalkmış ve soğukta simit satmaya çalışıyordu. Sonunda babam nefes nefese kalarak kendini arabaya atıyor ve zar zor bir şekilde işe yetişiyor. Her zamanki gibi rutin şeylerle uğraşmaya başlar ve mesai saatinin bitmesini bekliyor. Mesai saati bittikten sonra eve gidip diğer gün yine aynı hayata devam… Annemde de aynı hayat fakat annemde iş yoğunluğu yetmiyor bir de a

NEREYE GİDİYORUZ

 Biz ülke olarak nereye gidiyoruz. Neresine baksak elimizde kalıyor hayat, ülkeden dolayı.  İnsan bir plan yapıp yada bir şeyler hayal edip bir şeylerin peşinden koşmaya başlıyor. Sabah kalkıp televizyon ya da internete baktığında bir yerlerde bomba patlamış, bir yerlerde birileri öldürülmüş, başka bir yerde kadınlar tecavüze uğramış, dövülmüş ya da öldürülmüş. Sonra oluşturduğun planlar ve hayaller yıkılıyor. Yıkılması da lazım vicdanlı olan insan için. Sonra planları ve hayalleri bir kenara bırakıp hayatta kalma davasına düşüyorsun ve bir iki hafta bu psikoloji ile yaşıyorsun sonra yine yeni planlar ve yeni hayaller ve bu kısır döngü dönüp duruyor. Tabii ki o bombanın patladığı yerde ya da o tecavüze uğrayan, dövülen kadınlar için bu döngü, döngü olmamaya başlıyor. Çünkü o psikoloji hayat boyu atlatılamıyor çoğu zaman.  Bu kısır döngüyü yıkmaya çalışmak için neler yapmalıyız bilmiyorum.   Acaba insan bu kısır döngüde hiçbir şey düşünmeden çıkabilir mı hayalleri ve planları sek

OKUMAK VE YAZMAK

Resim
   Kitap okumak ve yazmak çok kutsal bir iş bence. Herhangi bir kitap olabilir bu. Ama biz insanlar okumanın ve yazmanın ne kadar kutsal bir şey olduğunun farkında değiliz maalesef yada farkındayız ama bize ağır geliyor okumak. Çünkü internette boş boş sitelerle, boş dizilerle kısacası boş şeylerle uğraşmak bize daha kolay ve eğlenceli geliyor. Çünkü onlarla uğraşıldığı zaman insan kendine soru sormaz , soru sormadıkça da insan gelişemez paralel olarak.    Gel gelelim kitabın okumanın ve yazmanın niçin kutsal olduğuna, insan kitap okudukça hayata ya da bir olaya değişik açılardan bakmayı öğrenir. Bu da insanin düşünmesini geliştirir doğal olarak. Örneğin herhangi bir yazar(…) (noktalı yerleri istediğiniz yazarı düşünebilirsiniz) bir konu hakkında yada hayat hakkında bir şeyler yazdığı zaman biz de onun yazdığı kitabı okuduğumuz zaman o insan hayata veya bir olaya bakış açısını öğreniyoruz. Bunu okuma dışında başka bir şekilde öğrenme şansımız çok az. İnsanlık, okuma ve yazma say

İNSANLAR

   İnsanlara bakıldığında herkesin başka dertleri var. Yani herkes başka bir şeylerin peşinde. Aslında biz çok aciz canlılarız çünkü ne kadar düşünebilirsek o kadarız biz. Bizim için hayat ve dünya o oluyor genellikle. Çünkü bakıldığında bazı insanlar savaşlardan kaçıp; yaşamanın, bazıları iktidar, bazıları para vb. şeyler peşinde koşuyor. Başka yerlere bakıldığında bilim insanları var. Onlar da bambaşka şeylerin peşinde koşuyorlar ve onların algıladığı hayat ya da dünya bambaşka oluyor.  Diğer taraftan hiçbir şeyin farkında olmayan insanlar var. Günlük şeylerle uğraşan erkek kadın, kadın erkek peşinde olan, hayatları aileden, çevreden ve kültürden gelen düşünceler ile yaşayıp giden.Hayatı hiç sorgulamayan. Çünkü insan sorguladıkça düşünüyor ve düşünmek insana acı veriyor. Çünkü yeni bir yol açmaya çalışıyorsun hayatında ve o yolda önüne gelen engelleri geçmek zorundasın. O da insana ister istemez acı veriyor. Bazı insanlar mutlu olmak için düşünmemeyi tercih ediyor.   Düşünmezsek

HAYATTA BİLİNÇLİ HAREKET ETMEK NE KADAR BİZE BAĞLI??

   Biz insanlar hayat denilen zaman tünelinde ne kadar bilinçli düşünürüz? Bu soruyu kaç kişi soruyor acaba kendine…    Biz insanlar saat gibiyiz yada robot gibi kültür, çevre, anne-baba önceden bizim olan algoritmayı kurup bizi hayat denilen zamanın tünelinin içine atıyorlar. Çünkü hangi elbiseyi giyeceğimizden (küçükken erkek mavi, kız pembe giyer) ,hangi okula gideceğimize, kimin ile arkadaşlık yapıp yapmamaya, bazı durumlarda kiminle evleneceğimize bile(mezhep ,ırk ayrımı yapılarak) çevre, kültür ve aile karar veriyor.    Kültür, çevreyi ve aileyi bir kenara bıraktım, onları düşünerek belli bir kısmını halledebilir. İçgüdüler ve duygular dediğimiz şeyler ne olacak peki onların nasıl üstesinden geleceğiz. Çünkü öyle şeyler oluyor ki bazen içgüdülerin etkisi ile bazı şeyler yaparız ki ,o içgüdülerin etkisi geçtiği zaman bizim o şeylerin yaptığımıza şaşırıyoruz. Buna aşk, sevgi vb. içgüdüleri örnek verebilir, çünkü bu içgüdüler ya da duygular bizim aklımızı kullanmamamızı engelliyor ç

UMUT VE UMUTSUZLUK

  Umut denilen şey neydi hayatta? Hayata baktığımızda umut olmadan olmaz gibi geliyor. Hayat yaşanmaz gibi diyebiliriz. Ya da hayatın hiçbir anlamı olmaz gibi…    Kötü bir şey yaşadığımızda veya acı çektiğimizde genellikle başka şeyleri umut ederek yaşadığımız kötü şeyleri veya acıyı üzerimizden atıp kendimizi rahatlatmaya çalışırız. Ama o rahatlatmayı yaşamak mı yoksa o acıyı devam ettirmek mi bize bir şeyler öğretir hayat hakkında? Tabii ki hayat denilen şeyi öğrenmek istiyorsak, öğrenme gibi bir derdimiz yoksa baştan yenilmişizdir hayat karşısında. Biz insanlar hep mutlu olmaya çalışırız, tabi mutluluk denilen şeyi bulabiliyorsak. Genelde biz hep mutluluğun peşinden koşarak ya da mutluluğu arayarak ömrümüzü bitiriyoruz. Çoğu zamanlarda bulduğumuza inanırız ama aslında tam olarak bulamayız mutluluk denilen şeyi.    Peki umutsuz bir hayat yaşanır mı yani hiçbir şey umut etmeyerek yaşamak nasıl bir şey olurdu acaba? Umutsuz bir insan düşünelim yani hayata umutsuz bakan. Acaba öyle bi

HAYAT

   Şimdi ki okuduğum kitapta (İnsanın Anlam Arayışı) oradaki kahraman(yazarın kendisi) savaş zamanlarında kampta kaldığı şartları anlatıyor. Açlık, sussuzluk,soğuk daha sayamadığım çok fazla acı yaşamış. Belki simdi bu yazıyı yazdığım zaman, yani bu saatte bu dakikada bu saniyede dünyanın başka yerlerinde insanlar aç bırakılıyor,tecavüze uğruyor, dövülüyor veya öldürülüyordur. Ama biz bunları çoğunu görmüyoruz onu boş verdim düşünmüyoruz bile. Bu kadar acıyı görebilsek yaşayabilir miydik acaba? Sonuçta baktığımızda her insan düşünebildiği kadar dünyayı tanır. Bir yazarın dediği gibi ismini şimdi hatırlayamadım “Herkesin bir derdi var. Kiminin ekmeği bayat, kiminin pırlantası ufak..” Bende şimdi odamda bu yazıyı yazıyorum ve çoğu şeyden habersiz oturuyorum. Hayat şimdilik acı ve tatlısıyla geçiyor. Ama acaba bilmediğim şeylerden dolayı mı? İnsan öğrendikçe acı mı çekiyor acaba? Ama benim derdim gerçeklikle (tabi gerçek bir şey var mı onu da çözemedim tam olarak).   

GERÇEK

   Dünyada gerçek olan neydi ya da gerçek olan bir şey var mıydı? Ya da dünya sadece insanların yorumlamasına mı bağlı yoksa belli başlı önemli insanların yorumlamasına mı ve bu yorumlamaları bize gerçek diye mi öğretiyorlar acaba? Ya da dünyadaki gerçekleri bilim mi buluyor?…    Gerçeği bulabilmek için ne yapmamız lazımdı peki? Onların yorumlamasını öğrenmek mi, yoksa kendimiz mi yorumlamamız lazım dünyayı? Onların yorumlamasını öğrensek sadece onların yorumlamasını öğrenmiş oluruz, kendi yorumumuzu geliştirsek sadece yorumda kalmış olur dünya. Bilime baksak gerçeklerin ne kadarını açıklıyor sonuçta bilim de hayal gücü ve yorumlamaya bağlı. Yine aynı soruya geliyoruz dünyada gerçek olan ne? Yoksa dünyada gerçek olan bir şey yok muydu? Zamandan zamana değişen gerçekler mi vardı tabi bunlara gerçek denilemez sadece yorumlama denilebilir aslında. Dünya zeitgeist bir döngüde anlam buluyor gibi. Buradan Nihilizime gidiyoruz. Nietzsche’nin dediği gibi “Dünya insanların yorumlamasından

DÜŞÜNMEK

Resim
  Öncelikle şunu belirterek başlamak istiyorum. Yazmaya çalıştığım yazımda düşünmek kelimesini günlük şeyleri düşünmek olarak değil de daha çok felsefi düşünmek olarak kabul edip yazıyorum.    Düşünmek zor iş. Çünkü düşündükçe soru işaretleri artar insanın kafasında. Yani daha fazla soru sormaya başlıyorsun kendine, kendini daha fazla tanıyabilmek için. Ne kadar çok şey bilmediğini anlamaya başlıyorsun. Ve bilmediğin şeylerin peşine düşüyorsun öğrenmek için. Çünkü insanlık hep kendine, bilmediği soruları sora sora, merak ede ede bu zaman kadar gelmiştir.    Düşünmek için cesaretli olmak lazım hayat karşısında. Çünkü bir şeyler keşfetmek için bilinmedik yerlere ayak basmak lazım düşünce ya da fikir olarak. Yani düşününce hayatta kendine yeni bir yol açmaya çalışıyorsun. Yolda çıkan engelleri tek tek, tek başına geçmek ve temizlemek zorundasın. Belki de özgürlük bu yolu açabilmektir…    Peki, hiçbir şey düşünmemek nasıl bir şey olur? Çizilen yolda yürümek acı ve zorluk çekmeden? Be

BİR ÇOCUĞUN GÜNLÜĞÜ

Resim
   Hayatta ne yapmalıyız?    İyi ya da kötü insanlar kimler, nasıl bir karakterleri olur?    Bir gün bir çocuk yolda dalgın dalgın ve etrafındaki kaldırım taşlarının, evlerin hiçbirinin farkında olmadan yürüyordu. 14-15 yaşlarında, boyu 1,5 metre dolaylarında, zayıf cılız bir yüzü, ayağında yırtık lastik bir ayakkabı, üzerinde bol ve kirli bir tişört, pantolonun boyu kısa kabri gibi duruyor üzerinde. Üstündeki kıyafetlere bakıldığında sokak çocuğu havası veriyor insana.    Korna sesi ile Ali birden irkildi ve başını kaldırdığında araba tam olarak önünde duruyordu. “Lan oruspu çocuğu baş belası mısın lan önüne baksana yolun ortasında yürüyorsun.” diyerek ve “Böyle geri zekâlı çocukları hepsini kovacaksın Türkiye’den ya da köpek gibi zehirleyeceksin oruspu çocuklarını.” diye mırıldanarak çekip gitti. Ali o zaman yolun ortasından yürüdüğünün farkına varmıştı. Sol tarafta duran kırımızı renkteki kaldırım taşlarına oturdu. Karşısında büyük ve üstünde İstanbul Büyükşehir Belediyes